YENİ ÇIKAN KİTAPLAR (5)

Ülkemizde her hafta onlarca kitap basılıyor. Binlerce yayınevinin membaı olan ülkemizde Türk Edebiyatı’nın nabzını tutmak giderek zorlaşıyor. Herkes kitabını çok güzel ve önemli olduğunu düşünür elbette. Ancak hangi yayınevinden çıktığı, reklamın ne derece kullanıldığı ve okurun rağbeti de yazarın bundan sonraki yazarlık serüvenini etkiliyor.

Biz de Öykümen Edebiyat olarak haftada bir de olsa yeni çıkan kitaplara dair tanıtıcı içerikler hazırlamaya çalışıyoruz. Bu hafta da dopdolu bir listeyle karşınızdayız:

1. SERKAN TÜRK-RÜZGÂRLI CAMLAR

“Bazı yüzleri sonsuza kadar hafızamda tutmak istiyorum.”

Camlar, Rüzgârlar, Bulutlar… Üç bölümden oluşan ve adını Hilmi Yavuz’un aynı adlı şiirinden alan Rüzgârlı Camlar, şiirle öykünün ortak kaynağından çıkan melez hikâyeler anlatıyor. Serkan Türk’ün kaleminde nehirler sessizce akıp gidiyor, yalpalayan tüm eski gemiler bir şiir gibi eğiliyor suyun içine. Gövdeler, kavanozlar, pencereler boş olsa da bu öykülerde her zaman umut var.

Giderek sığamıyorum yaşadığım evlere. Evler çatılı, balkonlu, bahçeli ve sessiz oldu hep. Evleri çıkardım şiirlerden ve hayatımdan. Bir evin içinde yaşandı izlediğim son film. Ve şimdi bu ev bozması yerde pencere açık, kapıların önünde oturmuş, zeytin ağaçlarına bakıyorum. Birilerinin geçtiği o küçük patika yolun beni hiçbir yere götüremeyeceğinin bilincindeyim. İlerideki çayırlık yeniden yeşerdiğindeyse burada olmayacağım. Gökyüzünü yeniden görmüş, bulutları selamlamış olmak beni mutlu kılacak.


2. LEVNİ HAKAN ŞAHİN-SEN HİÇ MERAK ETME

2025 Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’ne değer görülen Levni Hakan Şahin, küçük, önemsiz görünen şeyleri “abartmayı”, trajedileri, mitleri, canavarları ve kahramanları küçümsemeyi seven bir yazar. Varoluşa dair çetin meseleleri günlük konuşma üslubuyla, olayörgüsünü terk etmeden ele alıyor, gerektiği yerde ironi ve mizah aracılığıyla olaylarla arasına mesafe koyuyor.
 
Sen Hiç Merak Etme’de anlatıcı sesler, olaylar, mekânlar değişse de öyküler ortak bir estetik ve felsefi duyarlıkla birbirine ekleniyor; yabancılaşmanın kanıksandığı bir çağda ötekine varma çabasından vazgeçmeyen ama hep yenilen, bulunduğu yerde huzursuzlanan, göçen, nereye gitse başka bir yeri özleyen insanın serüvenini okuyoruz.
 
‘‘Müdafaa, müdafaa, müdafaa. Hem hattı hem sathı müdafaa. O satıh benliğimdir. Benliğim… Güneşli bir günde ne yaparım? Elim bizatihi neye gider? Bu soğuk şehirde kışları iyi aydınlatılan odalarına kapanıp mühim işlerini halleden ve yaz gelince birden kendinden emin şekilde çiçek açan milyonların bildiği, benim bilmediğim şey ne?


3. ŞENER ŞÜKRÜ YİĞİTLER-OLAĞANÜSTÜ HALLER DİYARINDA

Telaşlı bir cırdon gibi etrafı tırmalaya tırmalaya, koklaya koklaya köşeye ulaştı. El yordamıyla kubur gibi bir şeyler aradı. Bir birikintiye değdi eli. Tamam. Az berisinde gezdirdi. Vıcık vıcık bir şeyler avuçladı bu sefer. Tamam. Gider deliğini de hemen altında buldu. Parmaklarını soktu. Bu da tamam! Bütün malzemeyi meslekten gelen alışkanlıkla birbirine yedire yedire, kıvam alana dek yoğurdu. Üstünü çıkardı. Vücudunu baştan sona hazırladığı macunla sıvadı. Yağ gibi kayıyordu her yeri. Yumruğunun girdiği her yerden artık geçebilirdi. Şehrin bir ucundan diğer ucuna lağımlararası bir yolculuk yapması lazımdı; şimdilik bu, tek sıkıntısıydı…
 
Şener Şükrü Yiğitler’in öykülerinde bilindik gerçekliğin ötesine geçen, hayal gücünün imkânlarını zorlayan, edebiyatın tehlikeli, dehşetli ve grotesk sularında bir Olağanüstü Haller Diyarı var. Sıradışı olaylar, mucizevi durumların içinde yol alan gerçek ve kurmaca öykü kişilerinin peşi sıra ulaşılabilen bu fantastik diyara -sanılanın aksine- tavşan deliklerinden değil, gerçek ve düş arasındaki korkulu, tekinsiz yollardan çıkılıyor.

Yorum bırakın