İklimler dönüyor…
Zamanın amansız geçişine karşı bir anlık durdurma vaktidir kitapları eline almak. Kuru ayaza, yahut denizden gelen sert lodoslara karşı elimizde sıcacık bir çay, gözlerimiz kitaplara düşmüşse eğer bizden bahtiyarı yoktur.
İşte bu hafta da size en yeni kitaplarla bu yolda bir nefes açmak istiyoruz:
1. SELAMİ KARABULUT-RÜYA ALBÜMÜ
Rüya Albümü, okuru, şiirsel bir dil ve keskin psikolojik gözlemlerle örülü bir varoluş muhasebesine davet ediyor.
Eser, okurunu, bir yandan emekliliğin ardından hayatın “üstünde durmaya değmeyecek kadar anlamsız” olduğunu düşünen Şakir Bey’in bıkkınlığına, diğer yandan travmatik kayıplarla yüzleşirken rüya ile gerçeği ayıramayan Asuman’ın “korkunç” çaresizliğine ortak ediyor.
Kitap, okura, yazarın kendi sırlarını ve zihnindeki karmaşayı olduğu gibi, “yalın ve sıradan” bir dille aktardığı sarsıcı bir deneyim sunuyor.
2. MUSTAFA EVERDİ-KEKEME EDEBİYAT
Bizim yazarlarımız neden sınır ötesine geçemiyor? Harari’den, Zweig’dan, Kafka’dan neyimiz eksik?
Olaylara bakışımız kimlikler üzerinden çünkü. Bunu aşamadığımız sürece, sınırları da aşamayız. Bu ancak, acıları ve sevinçleriyle, beklentileri ve hayal kırıklıklarıyla insanı anlatmayı başardığımız zaman mümkün olur. Yetmiş iki millet nezdimizde bir olur. Kimlik ikinci planda kalır. Girdiğimiz edebi-sanatsal iklimde kişilik ortaya çıkmaya başlar. Birey olduğumuzu fark eder, sürüden uzaklaşır, kimlikler dışında/üstünde bir insan anlayışına ulaşır, insan olmaya yöneliriz.
Kimlikten bakınca Rus Moskoftur, Egenin öte tarafı Yunan’dır, İngiliz emperyalist, ABD zalimdir. Yahudi öteki, şeytan, sapıktır. Kemalist için çarşaf öcü, çarşaflı için ruj Lilith olmanın alametidir. Toplumsal olan parçalı, dünya biz ve düşmanlarımız diye açıklanır, tanımlanır, tasnif edilir.
Oysa Dostoyevski, Çehov, Tolstoy okuyunca kimliğimize düşman olan Moskof insan olur, acılarına üzülür, sevinçlerine katılır hatta özdeşleşiriz o Rusla. Kazancakis okuyunca denize döktüğümüz, Venizelos’un torunları güzelleşir birden, yüreğimize alıp ısıtmak isteriz. Uzun bacaklı, kırmızı ceketli İngiliz, Dickens da bizim gibi acı çekiyor, neler yaşamış, diye neredeyse ağlamaklı oluruz.
‘Biz’i inşa eden değerler geçmiştedir. Geçmişten gelen hatıra ile toplar çevresine okurlarını. O hatıralar geçmişin değer yargıları içinde anlamlı olabilir. Bugün bizi geleceği kurmaktan alıkoyan yüklere dönüşür belki de.
Zamanına seslenmeli, çağdaşlarına seslenmeli edebiyat-sanat. Geleceğe. Bunu başarabilmesi dünyayı anlamayı gerektirir, yargılamayı ve şeytanlaştırmayı değil.
Kekeme Edebiyat, bunun yol ve yöntemini arayan bir kitap.
3. HATİCE BİLDİRİCİ-ÖYKÜ RİSALESİ
Her dönemde biçimi, yönelimi değişse de hikâye, yaşamanın kırık yerlerini gösteren en esnek tür olmayı sürdürür. Öykü ise çağın dalavereleri içinde; modern insanın kendi yalnızlığını, çaresizliğini ve diğerlerini anlamaya ve anlamlandırmaya çalıştığı mütevazı bir tahkiye formudur; pek kıymetlidir, “şiirin uzun saçlı kız kardeşi”dir.
Bu kitaptaki denemeler öykü türünü odağa almış, bazen kötü yazılmış öykülere ve onları beğenmiş gibi yapanlara karşı bir isyan bazen de öykü türünün güzelliğine ve inceliklerine yönelmiş bir dikkattir. Öykü yazmaya niyet etmiş taliplere ve edebî atalara selam eden bu risale; en çok da yazının kalbine biraz daha yaklaşma çabasıdır.
4. ÜLKER BANGUOĞLU BİLGİN-YALIDA BİR GECE
Ülker Banguoğlu Bilgin, 60’lı 70’li yılların Türkiye’sinde bir genç kızın, kendini bulma yolculuğunu ve yetişkinlik dönemindeki hayat mücadelesini anlatırken aslında iç içe geçmiş öykülerle bir ailenin, 80’li yıllara kadar uzanan dramını gözler önüne seriyor. Yaşanan aile içi dağılmaların, bocalamaların yanı sıra ülkedeki çalkantılara da yer veriyor.
Yalıda Bir Gece’de, bir gençlik aşkının naif heyecanı ile ülkenin siyasal ortamında yaşanan akıl almaz şiddetin ve acıların yarattığı tezat, okuyucuyu bir uçtan diğerine götürerek hayatı tam da olduğu gibi yansıtıyor.




