Ekim ayının son günleri yaşanırken ülke sokaklarında dökülen renk renk yapraklar herkese başka bir ilham veriyordur. Zaman geçiyor dostlar! Bir bir geçiyor önümüzden pencereler. Bu anları yakalayabilmek için yazıyoruz belki de… Bir hatıra bırakmak gibisi var mı? Şimdi sizleri içindekileri döken değerli yazarların eserleriyle baş başa bırakıyoruz…
İyi okumalar dileriz.
1. EDA KARTAL-CAN EĞRİSİ (Şule Yayınları)

Nicedir sıkışıp duran göğsünü tuttu kadın. Şöyle bir boşluk açılsa bedenimde, diyordu. Gidecek yer bulamayıp içinde mesken tutanları tutup çıkarırdı oradan. Durdukça bir parçası zannedip bırakamamıştı hiçbirini. Gecesi gündüzüne karışmış, uykuya direnen başını taşıyamaz olmuştu artık. Hayvanlar bir başına dönüyordu otlaktan, bir köşede oturur hâlde buluyorlardı onu. Sohbetlerin ortasında dalıp gidiyor, sesleneni duymuyor, küs zannedip gönül koyanlar oluyordu. “Bu sene çetin geçiyor kış,” derdi ağzından iki laf almaya çalışanlara. “Göğsüm ağrıyor, üşütmüşüm,” deyiverirdi. Cemreler düşüyor, ağaçlar giyiniyor, tenler kavruluyor derken bir rüzgâr esiyor, kuruyordu dallar, sular buz tutuyordu. Kış çetin geçiyordu burada.
Canın ne olduğunu bilir misiniz! İçerde sıkışmayagörsün. Eğrilir, kırılır; kaçacak yer bulamaz bazen. Bir cemreye aldanıp çıkmaya kalksa savrulur gider. İronik dili, iç monologları ve özgün benzetmeleriyle dikkat çekiyor Eda Kartal. Onun kahramanları fırtına önünde savrulan ayrık otları gibi tutunacak bir dal arıyorlar. Buzun üstünde balık, mekânda boş sandalye, otobüste ayakta kalan yolcu, kayıp eşya bürosunda unutulan adam, ordusu olmayan komutan… Birbirinden farklı görünseler de yazar hepsini bir potada eritiyor. Gelen fırtına kışın sert geçeceğinin habercisi.
2. GAMZE A. ARSLAN-BALKIZ’DAN HİKÂYELER (Sia Kitap)
On kadın… On kader…
Birbirinden uzak görünen ama sevginin, sabrın ve umudun çatısı altında kesişen yollar. Pera’nın loş sokaklarında Valentine’e gönül veren Şahide, köyde aşkı uğruna her şeyi göze alan Refia, Galata’da hüsranı yaşayan Agapi, hürriyetini arayan Faiza, kaybettiği saadetinin özlemini çeken Zerhan, Sultanının gözdesi ama dostunun kurbanı Peruze, işgal günlerinin cesur kızı Vedia, Mevlevi dergâhında kaybolan Huban, şifayı kendi gururunda bulan Dafi, besleme damgasıyla hayatı kararan Lalizar…
Gamze A. Arslan bize yalnızca kadınları anlatmıyor, masalsı diliyle Osmanlı’nın son demlerine ve Cumhuriyet’in ilk yıllarına uzanıyor. Balkız’dan Hikâyeler aşkla ihanetin, sabırla isyanın el ele tutuştuğu çetin bir yolculuk. Lakin son durakta onları bekleyen kimi zaman özgürlük kimi zaman tutsaklık.
Raviyan-ı Ahbar’ın sevilen yazarından kadınlar dünyasına yeni bir yolculuk.
3. EMİNE ERDEM ALPYÜRÜK-BURADA HERKES TANIDIK
Her evin içine hapsolmuş bir sır, her sokakta yankılanan bir çığlık, her yüzün ardında gizlenen bir hikâye vardır. Evlat acısıyla sınanan inançlar, biten mahkûmiyetin bitimsiz tutsaklığı, zengin mutfağına sığamayan emek, ya da adaletin terazisinde ağır basan “iyi hâl” indirimi… Hepsi, içimizi burkan bir yaşanmışlıkla çıkıyor karşımıza. Tam da o bildik hayatların, bastırılmış acıların, dile getirilmemiş arzuların peşine düşüyor kitap.
Diğer taraftan kadın başına boşanma kutlamasından, kaçan balık peşindeki varoş insanının trajikomik hâllerine; savrulan gençlik aşklarından, dünya değiştiren virüslerin fantastik maceralarına uzanan öyküler de ironik, mizahi bir anlatıyla sunuluyor okura. Tıpkı yaşama damla damla sızan gülümsetici anlar gibi.
Bu satırlarda rastladıklarımız yalnızca öykü kahramanlarına değil, bizlere ait: komşumuza, akrabamıza, ailemize… Dünya uğrağımızda tanıdık olan herkese. Gönlün yazı var, kışı var diyerek.
4. HASAN HARMANCI-BEN, FAHRİYE VE TÜRKİYE
“Diz boyu karla kaplı, kalın buz tabakalarının altından su akıyordu gürül gürül. O su bizdik. Yani o kış Fahriye’yle Türkiye’nin bütün sokaklarını gezmeye yemin etmiş gibiydik. Mazot dolduruyordum arabaya. Cadde cadde, sokak sokak geziyorduk. Otobandı, ana yoldu, tali yoldu. Arabanın giremediği sokaklar çıkıyordu karşımıza. Onları arşınlıyorduk. Çıkmaz sokaklarda çıkmayıp kalıyorduk öylece. Bozduracak altın hala çoktu. Şubattı. Sahil tarafında buluşmuştuk. Havada güzelinden bir poyraz. Kar hafif hafif atıştırıyordu. Onunla tanıştığım ilk günden beri yaşadığım en büyük, en güzel gündü.” (…) Hasan Harmancı’nın metinleri Türkiye’nin bütünsel fotoğrafını hakikaten neredeyse daha başarılısı imkânsız bir tarzda vermektedir. (…) Harmancı muhafazakâr kimliğini koruyarak muhafazakâr romancı ve hikâyecilerin dünyalarından çok daha sahici bir Türkiye fotoğrafı vermektedir. Tarık Buğra’da sahicilik yaşantısının izdüşümü iken Hasan Harmancı’da bu durum “yazı işi”ni ciddiye almasından kaynaklanmaktadır.-Kurtuluş Kayalı
Kırmızı cesareti temsil eder, kalem özgürlüğü,
edebiyat ise en çok farkındalığı…
Kırmızı Kalem Edebiyat, beş yıldır, cesaret isteyen bu
yazma eyleminden, zarafetle, farkındalıkla, özgürleşerek
geçen herkes için direniyor.
Velhasıl meselemiz sadece edebiyat. Okumak. Yazmak.
‘Daha iyisi nasıl olur?’ sorusuna beraber cevap bulmak
ve herkesin yazabileceğini anlatmak… Bu post ise
hayallerin gerçek oluşuna şahitlik ettiğimiz bir an.
Üçüncü öykü yarışmamızın finale kalan öykülerinden
oluşan SIR ve geçtiğimiz sezonun başında çalışmaya başladığımız, Korku, Polisiye, Yazarın Alet Çantası ve
Yazı Teknikleri atölyelerimize katılan kalemdaşlarımızla derlenen kolektif kitaplarımız REVELA ile ISSIZ
nihayet kendi yoluna çıkmaya hazır.




